KİTAP OKUYUN DEYİP DURUYORSUNUZ!

Hafta sonunun cumartesi günü, ikinci dersimdeydim. 2. sınıflaraydı dersim. Öğrencilerimden biriyle, aramda şöyle bir sohbet geçti:

- Öğretmenim, hani siz kitap okuyun deyip duruyorsunuz ya!

Burada bir durup gülümsedim. Acaba ne söyleyecek diye içimden merak ediyorum tabii.

- Evet.

- Heh işte, ben dün bir saat kitap okudum.

- Yaa! Hangi kitabı okudun?

Burada bir çocuk kitabı adı söyledi, ancak bildiğim bir kitap adı olmadığından, kitabın adını hatırlayamıyorum şimdi.

- Harika, işte böyle devam etmelisin.

Her ders bitiminde, özellikle 2. ve 3. sınıf öğrencilerime söylediğim, değişmez dört cümlem vardır.

1- Kitap okuyun.

2- Derslerde öğretmenlerinizi iyi dinleyin.

3- Evde annenizi dinleyin.

4- Hasta olmayın.

On-line derslerimizin bitiminden hemen önce, “matematik” diyerek fotoğraf çekilir, ardından bu dört cümlemi hatırlatır, hepsine öpücük gönderir ve dersimi bitiririm.

Çocukların çoğu,  kitap okumanın neden önemli olduğunu, ne yazık ki bilmiyor. Yalnızca çocuklar değil, ebeveynleri dahi bilmiyor. 3. sınıfa gelmiş olmasına rağmen, heceleyerek okuyan, akıcı bir şekilde okuyamadığı için, okuduğunu anlamayan, üstüne üstlük, alfabemizdeki harfleri sırasıyla sayamayan öğrenciler var.

Bu durumu kabullenmek, epey bir süre, benim için oldukça zor oldu. Kafamda hem kendimle, hem öğrencilerle, hem velilerle ve hem sistemle kavga etmekten önümü göremez oldum. Ancak, bunun fayda sağlamadığını anladığımda, kendimce çözüm arayışlarına giriştim. Ve işte, ondan sonra, her ders sonunda, bu dört cümle ile ısrarlı hatırlatmalar yapmaya karar verdim. Elbette diğer üç maddeyi, o ilk maddeyi gizlemek ve kitap okumanın, en az diğer üç madde kadar gerekli ve önemli olduğunu belirtmek için ekledim.

Yalnızca bunları söyleyerek değil, “kitap okumanın niçin gerekli ve önemli olduğu”nu, ders aralarında da, farklı şekillerde dile getiriyorum. İlk zamanlarda, sınıfta “aaaaa”, “yaaa”, “öyle miii” gibi şaşkınlıklarını dile getiren ifadeler duyuyordum.

Şimdiyse, aradan 3 ay geçti. Şöyle dönüp baktığımda, o ilk maddenin; çocuklar üzerinde etkisini göstermeye başladığını, hem derslerde okuduklarıyla, hem soruları anlayıp çözmeleriyle, hem de öğrencilerin dile getirmeleriyle görüyor, izliyorum.

Elbette, “kitap okumuyorlar” diye, öğrencileri suçlamıyorum. Burada asıl sorun sistemde, sonra da, ailede ve öğretmenlerdedir. Sistem, eğitim ve öğretimin, sadece okulda yapılan (ve öyle olması gereken) bir iş olduğu algısını vererek, aileyse bunu kabul ederek, kusurludur ve hatta suçludur. Zira, yaşam bir bütünse, o bütünün en önemli parçalarından biri olan “eğitim ve öğretim” sadece okullara hapsedilemez! Eğitimin, “okul, çevre ve aile” ayakları birbirleri ile entegre edilmiş olmalıdır. Ne yazık ki, gördüğümüz kadarı ile ülkemizde eğitim, sadece okulların üzerine yüklenen bir “zorunluluk”dur.

Her şeyi bir kenara bırakın, düşünürken dahi kullandığımız kendi ana dilimizi, Türkçe’yi yeterince bilmemek ve anlamamak, olacak iş midir? Kendimizi ve yaşamımızı bununla ifade ederken, nasıl olur da, anadilimizi geliştirmeyi ve ilerletmeyi düşünmüyoruz? Hele bir de, bilginin ifade edilmesi için kullanılan bir araçsa! “İnsan”, konuşmadan sonra, yazının keşfiyle kendini ve düşüncelerini geleceğe aktarma imkanına kavuşmuştur.

Bugüne kadar okuduklarıma dönüp baktığımda, insanın asıl “varlığının” dil olduğunu düşünüyorum. Buradaki “dil” kelimesini, ister “bilgi”, ister “yazı” ve isterseniz de “okuma” olarak algılayın. Ancak, çocuklara okumanın gerekliliği aşılanmazsa; çok yakın bir gelecekte, bırakın kendilerini ifade etmelerini, yalnızca ve ancak adlarını yazabilen, ama okuduğunu anlayamayan, meramını yazıya dökemeyen ve derdini yazılı olarak anlatamayan bir toplum ortaya çıkacak!..

 


Yorumlar

Popüler Yayınlar