ÇÖZMEMİŞSİNDİR YAVRUCUĞUM… İŞARETLEMİŞSİNDİR

Verdiğim matematik derslerinde, neredeyse her sınıfta ve hatta her sınıfın tamamında gözlemlediğim ve çoğu öğrencinin üzerine titrediği bir konu var: “Soruların cevapları!”. Cevaplar sorulardan o kadar çok değerli ki, soruları çözemediklerinde, sorularla ‘mücadele etmek’ yerine, hemen cevap anahtarına bakmak istiyorlar. Ancak, bu noktada zaman zaman çok geriliyorum. Sorun, gerçekten cevaplar mı? Yoksa, sorun olan, sorunun ta kendisi mi?

Benim gibi, soruyla mücadele etmenin, sorunun cevabından daha kıymetli olduğunu bilen kişilerin tahmin edebileceği gibi, klasik bir örnek geldi aklıma: Mesele varacağınız yer midir, yoksa varacağınız yere giderken görecekleriniz mi?

Çözüm yöntemini anlamadıktan sonra cevabın ne önemi var? Çözümün yöntem ve adımlarını, anlamadığınız bir sorunun cevabı size ne katabilir? Koca bir boşluk duygusundan başka ne verebilir ki? Ayrıca, çözmeden cevabı öğrendin de ne oldu? Öğrendiğin bu cevabı başka bir soruda uygulayabiliyor musun? Hayır. Eee o zaman?..

Senelerdir okullarda öğretmenlerin söylediği, hatta benim bile her ders sonlarında ısrarla hatırlattığım bir şey var: “Bol bol soru çözün!” Ne kadar da eksik bir hatırlatma oysa ki. Şöyle olsa fena mı olurmuş: “Bol bol soru çözün! Ama, mutlaka çözün...”

Gereksiz yere yenen onca yiyecek ve içecek gibi, yalnızca vücudu obezleştiren hastalıktan ne farkı var bol bol soru çözmenin? Zarardan başka… Bir de öğrenciler arasında, çok soru çözmenin yarışı olurdu. Hatta, öğretmenlerimiz, o gün çok soru çözen öğrenciye performans notuna eklemek için artı verirdi!

-          - Ben 110 soru çözmüşüm. Sen kaç soru çözdün?

-          - 65 soru çözmüşüm ben de.

-          - Yapmayın ya, neden o kadar az… Ben 175 soru çözmüşüm.

“Çözmemişsindir yavrucuğum… İşaretlemişsindir…” diyerek, araya giresim var…

“Çok soru çözün” dedik dedik de nasıl yapacaklarını, nasıl çözeceklerini söyledik mi? Ya da, bizim öğretmenlerimiz bize söyledi mi? Şahsen ben, kendim hatırlamıyorum. O kadar çok soru çözen arkadaşlarımdan da duymadım. Öğrenmenin temelinde karşımıza çıkan bir problemi önce anlayarak, ardından cevaba ulaşmak için, çözümün her adımını özümseyerek çözmek yok mudur? Daha sonra, öğrendiklerimizi başka problemlerde kullanarak ya da başka yöntemler üreterek gelişmeye devam etmek vardır. Naçizane, senelerdir eğitim hayatımdan çıkardığım ders bu…

Ancak, öyle görünüyor ki, bizler, “soru çözme”nin, “soru işaretlemek”ten çok daha önemli olduğunu anlamadıkça, bu kısır döngü böylece sürüp gidecek. O zaman da öğrenmenin hazzına ulaşamayan, ellerinde telefon veya tabletle oyun oynayarak zihnini körelten bir nesil üremeye devam edecek…

Yorumlar

Popüler Yayınlar